Şeker Portakalı - Jose Moura De Vasconcelos Kitap İncelemesi - Özeti


KİTABIN ADI: ŞEKER PORTAKALI
KİTABIN YAZARI: JOSE MOURA DE VASCONCELOS
KİTABIN KONUSU: Ailesinden baskı gören ve bu yüzden aradığı değerleri başkasında bulan bir çocuğun,ilk başta korkması ve sonra da onu babası olarak görmesi

ŞEKER PORTAKALI

Yaramazlığıyla tüm mahallede adından söz ettiren ve ailesinin kendisini daha fazla olay yaratmaması ve kendilerinin biraz daha rahat edebilmeleri için kendisini daha beş yaşında okula göndermelerinden şikayet eden Zeze,en çok sevdiği kardeşi olan Luis devamlı gezerdi.Zaten insanın ailede biriyle daha çok ilgilendiğini ve bununda Luis olduğunu söylerdi.Ama abisi Totoca ile birlikte de gezerlerdi.
Zeze devamlı Edmundo dayısıslagörüşür ve ondan çok şey öğrenirdi.Ona göre o bir kültür abidesiydi.Her gitttiğinde kendini geliştimesi bakımından bayağı mesafe katediyordu.
Noel yaklaşıyordu.Ve bütün şehirdeNoel’in yaklaştığını gösteren olaylar gelişiyordu.Bütün dükkanlar daha canlı, daha farklıydı.Yalnız Zeze ailesinin maddi durumunun iyi olmaması nedeniyle bu heyecanı yaşayamıyordu.Bir kamyon dolusu oyuncak dağıtılacaktı.Bu oyuncaklardan alabilmeri için oyuncakların dağıltıldığı ve çok mesafade bulunan bu yere gitmeleri gerkiyordu.Ve de kardeşiyle birlikte gittiler.Bu yere vardıklarında oyuncak kalmamıştı.dolasyısıyla Noel’I armağansız geçirdiler.Bu durumdan şikayetçi olan Zeze homuldanırken babası duydu.Babası bu olay üzerine bir köşeye çekilip çok üzüldüğü anlaşılırcasına oturdu.Zez babasını orda olduğundan haberdar değildi.Kemdisini affettirmek için boyacı sandığını kapıp para kazanmaya gitti ve babasına sigara getirdi.
Zez’nin okumayı daha küçükken öğrenmesi ailesinde herkesi şaşırtmıştı.Zaten ilk başta herkes onun duyduklarını ezberlediğini sanıyordu.Okumayı bilmesi ve birazda onun yaramazlığından kurtulmakiçin onu okula kaydettirdiler.Okulda öğtetmeninin en çok sevdiği öğrenci Zeze idi.Çok başarılıydıve de çok sessizdi.Evde yaptığı yaramazlıkları okulda yapmıyordu.
Taşınacaklardı.Yeni evlerine gittiler.Gloria eve doğru koşmaya başladı ve hintkirazı ağacına sarılıp o ağacın onoun olduğunu söyledi.Diğer kardeşi de aynı şeyi demirhindiye yaptı.Ve Zeze ‘ye de arkadaki küçük bir şeker portakalı fidanı vardı.dikensiz olduğu için onu seçti.Ablası onun çok genç olduğunu ve küçük fidanın da onunla büyüyeceğini söyledi.
Zeze devamlı küçük fidanın yanına gidip kendi kendine konuşuyordu.Sonunda bu küçük fidan Zez’nin sorularına cevap verdi.Bu olayda sonra Zeze deavamlı fidanın yanına giderek onunla dertleşiyordu.
Zeze okula giderken arabaların arkasına takılarak “Yarasa” dedikleri işi gerçekleştiriyorlardı.Yalnız, bir araç vardı ki hiçkimse yanaşamıyordu.Zeze birgün bütün cesaretini toplayıp arabanın arkasına atladı.ama arabanın sahibi arabadan indi veZeze’yi fırçaladı.Zeze bu olaydan sonra daha da yarasa yapmaya cesaret edemedi.
Zeze yaptığı yaramazlıkların birisi sonucunda ayağını bir cam parçasıyla yarmıştı.Bunu farkeden O Portekizli adam ki Zeze’yi arabasına bidiği için fırçalamıştı hemen onu arabasına bindirip onu okula bıraktı.daha sonraları sık sık buluşup arabayla gezmaye başladılar.Zeze bu Portekizli adamı çok sevmişti ve de çok samimi olmuştu.Hatta ondan ismini değiştirmesini istemişti.
Evde yaptığı yaramazlık sonucu babası ve ablası ağzı burnu kırılıncaya kadar dövdüler.Okulda kimse durumu anlamasın diye okula göndermediler.Bu yüzden Portrkizli adamın da yanına gidemiyordu.Dünyada en çok sevdiği kişinin bu adam olguğunu düşünüyordu.Bu yüzden bu adamdan onun babası olmasını istiyordu.
Totoc paraya ihtiyacı olduğu için Zeze’ye gelip ondan para istedi.Ama Zeze ona para vermemeye kararlıydı.Totoca para verirse ona iki önemli şey söyleyeceğini söyledi.Şeker portakalı ağacının bulunduğu bahçenin yol için kullanılacağı ve dolayısıyla buradaki fidanların kesileceğini söyledi.
Birgün Zeze okulda öğretmenin sorduğu soruyu cevaplarken geç kalan arkadaşı içeri girdi.Portekizli adamın arabasının Mangaratiba adlı trenin altında kaldığını ve büzden kendisini geç kaldığını söyledi.Bunu duyan Zeze izin almadan olay yerine g,tti ve gerçeği öğrendi.hayatınd aen çok sevdiği adamı yani babası olmasını istediği kişiyi kaybetmişti.Totoca onu bir evin önünde oturuken buldu.ateşler içerisindeydi..Hemen eve götürdü.evdekiler onun yine numara yaptığını sanıyorlardı.Daha sonra bunun gerçek olduğunu anladılar.Hiçbirşey yiyemiyor,hiçbirşey içemiyordu.Bütün mahalle onon ziyaretine gelerek onsuz mahallenin çok sıkıcı çok cansız olduğunu söylüyordu.Totoca ona kötü haber verdiğini ve bu yüzden kardeşinin bu hallere düştüğüne inanıyordu.Bu yüzden vicdan azabı çekiyordu.
Babası ümlü bir şirketin amirliğine atanmıştı.Zeze’yi karşısına alıp ona artık bu sefaletin bittiğini ve bundan sonra acı çekmeyeceğini söyledi.Ayrıca Şeker portakalı fidanının kesimini de erteltttiğini söyledi.ama Zeze için şeker portakalı kesilmişti.Çünki onun manevi babası Manuel Valaderes ölmüştü.

ANAFİKRİ: Çocukların çocuk olduğu unutulmayıp gereken ilgiyi ve şefkati göstermenin önemi vurgulanmıştır.

KİTAPTAKİ ŞAHIŞLAR:

ZEZE: Küçük yaşta okuma yazma öğrenen,yaramaz bir çocuk.Aile sevgisinden mahrum bırakılmış ve sürekli dayak yemiştir.

TOTORA: Zeze’nin abisidir.

EDMUNDO: Zeze’nin dayısıdır.Ayrıca çok zeki ve çok kültürlüdür.

GLARİA: Zeze’nin ablasıdır.

MANUEL VOLODERES: Babasını olmasını istediği Portekizli adam.


YAZAR HAKKINDA BİLGİ:

Jose Mouro de Vascancelos, 26 Şubat 1920’de Rio de Jenerio yakınlarındaki Bangu’da doğdu.Kızıldereli ve Portekizli kırması bir ailenin çocuğuydu.İki yıl tıp eğitimi aldı ama bu eğitimini tamamlamadı.Çeşitli işlerde çalıştı.boks antrönörlüğü,tarım işçiliği yaptı.Kızıldereliler arasında yaşadı.1942 yılında yazdığı ilk romanı Yaban Muzu ile eşine az rastlanır anlatıcılık yeteneğini otaya koydu.ardından Şeker Portakalı,Güneşi Uyandıralım,Delifişek,Kardeşim Rüzgar,Kardeşim Deriz,Çıplak Sokak gibi romalarıyla ünü Brezilya sınırlarını aştı.

Reşat Nuri GÜNTEKİN - Yaprak Dökümü Kitap İncelemesi

Kitabın Konusu:
Çalıştığı işte şerefli ve dürüst davranmasından dolayı evine fazla para getiremeyen ve bunun sonucunda da ev halkının isyan ederek ailenin dağılmasını anlatıyor.

Kitabın Özeti:
Ali Rıza Bey, Altın Yaprak A.Ş.’de bir mülkiye memurudur. Kendisi fakir olmasına rağmen çok şerefli bir insandır. Karısı, onun talihine pek ağır başlı ve temiz bir kadın çıkmıştır. Ali Rıza Bey’in beş çocuğu vardır. Dördü kız biri ise erkektir.
Bir gün, kasabada ki eski arkadaşının karısıyla karşılaşır. Arkadaşı vefat etmiştir. Kızı ise evde işsiz kalmıştır. Ali Rıza Bey bu kızı kendi kızlarıyla ayırmamaktadır. Bu nedenle onu işe götürür, bu sırada patronunun eski bir öğrencisi olduğunu öğrenir. Muzaffer Bey bu kızı işe alır. Kız birkaç ay çalıştıktan sonra Muzaffer Bey’i yoldan çıkarır. Bir gün kızın annesi Ali Rıza Bey’in yanına gelir ve kızıyla Muzaffer Bey arasındaki olanları anlatır. Ali Rıza Bey olanlara dayanamayıp işten ayrılır.
Ali Rıza Bey’in oğlu Şevket çok akıllı bir insandır. Üniversiteyi bitirdikten sonra bir bankada işe girer. Artık babası çalışmadığı için evin bütün yükü Şevket’in üzerine biner. Bankada çalıştığı sıralarda Şevket’in başından kötü bir olay geçer. Evli bir kadınla ilişkiye girmiştir. Ali Rıza Bey bu olaya önce tepki göstermiş fakat sonra evlenmelerine izin vermiştir. Düğün gecesi… Ev baştan başa aydınlık içerisinde… Kapılar pencereler açılmış ikide bir caz bantlar açılmış çalıyor. O susunca neşeli kahkahalar, haykırışlar, çığlıklar…
Ali Rıza Bey’in kızları Leyla ve Necla artık evden sıkılmış ve isyan etmektedir. Büyük kızı Fikret ve küçük kızı Ayşe ise hiçbir şeye karsı çıkmamaktadır.
Eve bu yeni kadının gelmesi Leyla ve Necla’nın işine çok yaramıştır. Bu kadın çeşitli yollarla Şevket’i borca sokmuştur. Bu nedenle Şevket hapise girmek zorunda kalmıştır. Şevket iki yıl hapis yemiştir.
Leyle ve Necla babalarına karşı hiç saygı duymamaktadır. Düşündüklerini babalarına söylemekten hiç çekinmemektedirler.
Bu sıralarda büyük kızı Fikret’e bir talih çıkar ve evlenmek istemektedirler. Fikret bunun için Adapazarı’na gider. Böylece ağacın yapraklarından biri kopup gitmiş olur. Bu sırada Ferhunde de evden ayrılmış olur.
Ali Rıza Bey’in bir tek ümidi kalmıştır.
Vakit geçirmeden Leyla ile Necla’ya hayırlı birer kısmet bulup başından atmaktır. Necla bir süre Suriyeli biri ile evlenir ve Suriye’ye gider. Bu sırada Leyla çok fena hasta olmuştur. Doktor onu temiz havada bulundurmalarını istemiştir. Bu nedenle Ali Rıza Bey Leyla’yı serbest bırakmıştır. Bir süre sonra Ali Rıza Bey kızının bir avukatın metresi olduğunu öğrenir. Bu nedenle Ali Rıza Bey kızı Leyla’yı evden atar. Avukat Leyla’ya bir daire kiralamıştır ve ona bakmaktadır. Ona aylık belli bir miktar para verir.
Bu olaylar sürüp giderken Ali Rıza Bey ile Hayriye Hanım’ın araları iyice bozulmaktadır ve sık sık tartışmaktadırlar. Leyla gittikten sonra Ali Rıza Bey ile Hayriye hanım arasında büyük bir kavga kopar. Bunun üzerine ali rıza bey Adapazarı’na kızı Fikret’in yanına gider. Burada fazla kalamayacağını anlayınca on beş gün sonra İstanbul’a tekrar döner fakat eve gitmez. Bir süre sonra hastalanır ve hastaneye yatar. Bunu duyan kızı Leyla ve karısı Hayriye Hanım hastaneye koşarlar. Ali Rıza Bey taburcu olduktan sonra kızı Leyla’nın evine gider ve hayatının geri kalanını karısı ve kızı Ayşe ile sürdürür.

Kitabın Ana Fikri:
Şerefli dürüst bir babanın fazla para kazanamaması ve parasızlığa sitem olarak bunu kabullenmeyen aile bireylerinin bir bir aile bağlarını kopararak evden ayrılmaları; bunların farkında olan babanın, oğlunun ve kızının da başlarına gelen kötü olayları evdeki uğursuzluk romanın anafikridir.
Buradaki, ailedekilerin evden gidişleri de yaprağını döken bir ağca benzetilmiştir.

Kitaptaki olaylar ve şahısların değerlendirilmesi:

ALİ RIZA BEY: Elli yaşın üstünde, saçı sakalı ağarmış yaşlı biri. Şerefli namuslu evden pek çıkmayan bir insan.
HAYRİYE HANIM: 40 yaşlarında, gözlüklü, orta güzellikte biri. Ağır başlı temiz ev işleri ile uğraşan bir insan.
MUZAFFER BEY:Genç ve yakışıklı biri. Zeki çalışkan mali durumu iyi bir insan.
ŞEVKET: 20 yaşlarında babası gibi temiz iyi kalpli derslerinde başarılı birisi.
FİKRET:15 yaşlarında sosyal hayatı sevmeyen iyi kalpli bir kız.


Kitap hakkında şahsi görüş:
Eser gerçek hayattada olabilecek türden bir eserdir. Burada yoksulluğun kötü bir şey olmadığını herşeyin parayla olmayacağını bilmeliyiz. Aile büyüklerimizin sözünden çıkmamak herzaman hayat olumlu bakıp güler yüzlü olmak bu parçadan almamız gereken derslerdendir.

ZeytinDağı - Falih Rıfkı Atay Kitap İncelemesi

KİTABIN ADI     Zeytindağı       
KİTABIN YAZARI     Falih Rıfkı ATAY       
YAYIN EVİ VE ADRESİ           
BASIM YILI    1981    
 
KİTABIN KONUSU:
   Kitapta Osmanlı saltanatının son günlerinden Türkiye Cumhuriyetinin ilk günlerine kadarki bir zaman dilimi anlatılmaktadır. Yazar bir görev sebebiyle Cemal Paşa’ın karargahına yani Zeytindağı’na gitmiştir. Burada yaşamış olduğu olayları ve anılarını bulunduğu tarihin önemli olaylarını da içine alacak şekilde anlatmıştır.
   2.   KİTABIN ÖZETİ :
Birinci Dünya Harbi patlak verdiğinde Falih Rıfkı yedek subay olarak orduya alınır ve Cemal Paşa’nın karargahına tayin olur. Cemal Paşa ile ilişkileri de burada gelişir.
Kitabın ilk kısımlarında İttihat ve Terakki’den söz edilmiştir. İttihat ve Terakki içerisinde Cemal Paşa, Talat Paşa ve Enver Paşa en önemli simalardır. Cemal Paşa yenilikçiliği ile tanınmaktadır. Enver ve Talat Paşa’lar ise muhafazakar bir kişilik sergilemektedir. Enver Paşa’nın Turancılık fikirleri güçlüdür. Falih Rıfkı, Enver Paşa’nın bu fikirlerini benimsememekte ve Enver Paşa’yı diktatör olarak nitelemektedir. Türkiye’nin kurtuluşunun Enver Paşa gibilerden kurtulmakla mümkün olduğu düşüncesindedir. İttihat ve Terakki kendi içerisinde bölünmüş bir yapı sergilemektedir. Bir birlik ve beraberlik söz konusu değildir. Her liderin bir grubu vardır. Falih Rıfkı da Cemal Paşanın adamı damgasını taşımaktadır. Falih Rıfkı, İttihat ve Terakkinin bu yönünü yani fikir birliğinin bulunmayışını eleştirmektedir. Çünkü yaşanılan buhrandan kurtuluş ancak birlik ve beraberlikle mümkündür. Buna rağmen bilinçsiz yaklaşımlar, kişisel hesaplaşmalar İttihat ve Terakkiyi kendi kendisiyle uğraşan bir duruma düşürmüştür.
Falih Rıfkı, Cemal Paşa ile beraber çalışmaya başladıktan sonra, olayları daha açık ve net bir şekilde görebilmektedir. Bir dönem, bir İmparatorluk yok olmaktadır. Yazar bunu sezinleyebilmektedir. Suriye, Filistin ve Hicaz’da yaşamış oldukları bir devrin çöküşünü gözler önüne sermektedir.Falih Rıfkı Osmanlı’nın bir kukla devlet olduğunu söylemektedir. Örneğin şöyle bir olay anlatılmakta; “Mahmut Şevket Paşa’yı öldüren Kavaklı Mustafa, memleketten kaçmaya muvaffak olmuştu. Bir Rus vapuruna binmişti. Fakat Osmanlının Rus sancağı taşıyan bir vapurdan bir kişiyi almaya hakkı yoktu. Bunun üzerine bir Osmanlı hükümeti görevlisi, Kavaklı Mustafa’yı gemiden kaçırır ve boğdurur. Bu olayı haber alan Ruslar, Kavaklı Mustafa’yı kaçıran zatı görevden aldırır ve bundan böyle devlet hizmetinde kullanılmamasını isterler ve istedikleri de olur.”
Osmanlı, ümmetçilik fikri sebebiyle neredeyse üç kıtada egemen olmuştu. Bu coğrafyanın büyük bir kısmını Arapların yaşadıkları ülkeler kapsamaktaydı. Kudüs, Şam, Filistin, Hicaz gibi. Osmanlı sadece coğrafyada büyüyebilmişti. Çünkü, bu kazanılan toprakların hiçbirinin kültürlerine, dillerine, ticaretlerine ve maddiyatlarına egemen olunamamıştı. Hatta Osmanlı, Arapları Türkleştireceğine oradaki Türkler Araplaşmıştı.
“Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş, ne de vatanlaştırmıştık.”
Osmanlı İmparatorluğu buralarda, ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi. Eğer, medrese ve şuursuzluk devam etmiş olsaydı, Araplığın Anadolu içlerine kadar gireceğine şüphe yoktu. Osmanlı Emperyalizmi şu ana fikir üstünde kurulmuş bir hayal idi. “ Türk milleti kendi başına devlet yapamaz! “
Osmanlı, Arap topraklarını alarak oraları bir bakıma imar ediyordu. Çünkü, Arap şeyhleri arasındaki kanlı savaşlar sonucunda Arap halkı mağdur oluyor ve maddi olarak da çöküntüye uğruyordu. Osmanlı geldiğinde ise bu şeyhleri uzlaştırıp sükuneti sağlıyor ve onlara belirli imtiyazlar veriyordu. Bir bakıma Osmanlı onlar için bir kurtuluş gibiydi. Buna rağmen Osmanlının güçsüz duruma düşmesini fırsat bilip hemen İngilizlerle, Fransızlarla anlaşmışlar ve Osmanlı’ yı arkadan vurmuşlardır. Osmanlı’ ya karşı görünüşte bağımlı olan Araplar her zaman kendi halifeliklerini istiyordu. Müslüman Araplar arasında Arap Halifeliği hükümeti peşinde olanlar vardı ve 1. Dünya savaşı çıktığında bu düşüncelerini gerçekleştirmek için ve İngilizlerin vereceklerini vaadettikleri imtiyazlardan dolayı Osmanlı’ ya ihanet etmişlerdi.
Osmanlının Araplara vermiş olduğu haklar, onların küçük bir anlaşmazlıkta bile isyan etmelerini sağlıyordu. Cemal Paşa zamanında çıkmış olan bir kanun ile komutanlara eğer vatan müdafaası için zaruri görülürse idam hükümlerini yerine getirmesi yetkisi verilmişti. Yani isyanlar artık kanla bastırılıyordu.
Cemal Paşanın bir amacı da Suriye’ yi Osmanlılaştırmaktır. Bu düşüncesini gerçekleştirmek için Suriye’ de modern okullar açtırmıştır. Bunun yanında bir de hicret eden Ermenileri, Suriye içlerine dağıtarak güçlenen Araplılığa karşı bir teminat olarak kullanıyordu. Hatta Ermenileri güçlendirmek için ev ve toprak bile verilmiştir.Falih Rıfkı Atay, Arapları anlatırken din sömürüsü konusuna da değinmiştir. Falih Rıfkı’ ya göre din sömürüsü bütün dinler için geçerlidir. “Medine dini mallaştırmış ve maddeleştirmiş bir Asya pazarıdır. Kudüs dini oyunlaştırmış bir Garp tiyatrosudur”. Araplar çok fakirdir. Kendi ülkelerinde; ata topraklarında hizmetçi konumuna düşmüşlerdir. Filistin ikiye ayrılmıştır. Eski Filistin Arapların,yani hizmetçilerin; yeni Filistin ise tüm güzelliği ve ihtişamıyla Yahudilerin. Din satışa sunulmaktadır. Hac dönemlerinde Araplar da Yahudiler de büyük kazanç elde etmek peşindedir.
Osmanlı Devletinin Almanlarla beraber savaşa girmesinin en büyük nedeni İttihat ve Terakki yöneticilerinden Enver Paşa’ nın Alman hayranı olmasından kaynaklanıyordu.Birinci Dünya harbi sonucunda Tuna yukarısındaki iki İmparatorluk, Akdeniz kıyısındaki bir İmparatorluk ve Tuna kenarındaki bir krallık devrilmek üzereydi.
Suriye ve Filistin’ de Almanların durduramadığı İngiliz seli yine bir Türk, fakat bu sefer öz bir kumandan, Mustafa Kemal tarafından Halep aşağısında tutulmuştur. Mustafa Kemal’ in orada seçtiği savunma hattı, Milli Misak’ taki Türkiye sınırıdır.Cemal Paşa’ nın yerine, Suriye’ de silahlı kuvvetlerin başına geçen Alman Fon Falkenhein bozgunu durduramadı ve Kudüs İngilizlerin eline geçti.Artık yalnız Anadolu ve İstanbul düşünülür. İmparatorluğa ve onun rüyalarına “Allahaısmarladık! “ denir.
Artık Şam’ dan ayrılmak zamanı gelmiştir. Cemal Paşa İstanbul’ da istifa edecektir.
Cemal Paşa harap Anadolu topraklarını gördükçe
- “Keşke vazifem buralarda olsaydı, keşke o altın sağanağı ve enerji fırtınası, bu durgun, boş ve terkedilmiş vatan parçası üstünden geçseydi. Anadolu hepimize hınç ve güvensizlikle bakıyordu. Yüz binlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya şimdi kendimiz pişmanlığımızı getiriyoruz. Kumar oynadık ve kaybettik” diye düşünmektedir.
Cemal Paşaya sorulan :
- Paşam bu harbe niçin girdik? sorusuna cevap ilginçtir.
- Aylık vermemek için! Hazine tamtakırdı. Para bulabilmek için ya bir tarafa boyun eğmeli, ya öbür tarafla birleşmeli idik.
İlim, İhtisas ve tecrübe sahibi Mustafa Kemal, vatan ve istiklal düşüncesiyle milletin nesi var nesi yoksa yüzde kırkını vatan savunması için vermesi gerektiği düşüncesindedir.
Sakarya, Dumlupınar, İzmir ve Lozan... hepsi böyle ödenmiştir.Mustafa Kemal büyük harbe girmek karşıtı idi: çünkü O kafa ve sanat adamı idi.Mustafa Kemal Kurtuluş Harbini bırakmak fikrinde asla bulunmadı : çünkü O vatan adamı idi.

3.KİTABIN ANA FİKRİ :
  İnanarak ve çalışarak herşeyin üstesinden gelebiliriz.Çalışarak vatanımıza yararlı birer ilim ve vatan adamı olunuz.

4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
        Kitaptaki şahıslar Cumhuriyet ve Osmanlının son dönemlerinde yaşamış olan önemli şahsiyetlerdir. Bunlardan Cemal Paşa, Talat Paşa ve Enver Paşa en önemli simalardır.

5.KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
       Kitapta Osmanlı saltanatının son günlerinden Türkiye Cumhuriyetinin ilk günlerine kadarki bir zaman dilimi anlatılmaktadır.Falih Rıfkı ATAY yaşamış olduğu olayları ve anılarını bulunduğu tarihin önemli olaylarını da içine alacak şekilde akıcı bir dille anlatmıştır.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
       Yazar 1894 yılında istanbul’da doğmuştur. Rehber-I tahsil rüştiyesi’nde, Mercan idadisi’nde ve Darülfünun edebiyat fakültesi’nde okudu. Yazı hayatına ilkin şiir ve küçük nesirler yazarak başladı; bunlar Servetifünun, tecellikadın dergilerinde yayımlandı(1911-1912); daha sonra Tanin gazetesinde,”İstanbul mektubu” genel başlığı altında cumartesi sohbetleri yazarak gazeteciliğe başladı. Aynı dönemde Babıâli mektubi kalemi’nde ve Dahiliye nezareti kalem-I mahsusu’nda çalıştı(1913-1914). Kurtuluştan sonra İkinci Büyük Millet Meclisi’ne millet vekili olarak seçildi. Siyasi makale ve fıkraları dışında, bu türlerde çeşitli yapıtlar vermiş olan ama edebiyat alanında, daha çok, gezi yazarı olarak tanınan Falih Rıfkı Atay, türkçenin her düşünceyi anlatmaya elverişli, kıvrak ve zengin bir dil haline gelmesinde büyük payı bulunan yazarlardan biridir. Türkiye’nin batılılaşması, Atatürk devrimlerinin yayılma ve korunması sorunlarını başlıca siyasi ve ulusal dava olarak benimsemiştir. Yazarın başlıca eserleri;
    Eski saat, Niçin kurtulmak, Çile, İnanç, Kurtuluş, Pazar konuşmaları, Bayrak, Birinci Dünya Savaşı ile ilgili anılarını Ateş veGüneş, Zeytindağı, Atatürk’ün bana anlattıkları, Mustafa Kemal’in mütareke defteri, Atatürk’ün hatıraları, Çankaya, Başveren inkılapçı…

Kadın Pençesi - Halit Ziya Uşaklıgil Kitap İncelemesi

KİTABIN ADI:KADIN PENÇESİ
KİTABIN YAZARI:HALİT ZİYA UŞAKLIGİL
YAYIN EVİ VE  ADRESİ:İNKILÂP VE AKA KİATABEVLERİ KOLL. ŞTİ.ANKARA CADDESİ NO:95-İSTANBUL
BASIM YILI-YERİ:1980-İSTANBUL

1)KİTABIN KONUSU:İnsanlardan kendini soyutlayan ama önüne geçilmez bir ihtiyaç olan aşka  boyun eğerek evlenmiş,fakat  sevdiği kadın bunu terk edince dünyayla bağlarını koparan  bir gencin hikayesini anlatıyor  
2)KİTABIN ÖZETİ:Yazar iki arkadaşının teklifiyle bara gitmeye karar verir.Fakat bu teklifin altında başka bir maksat olduğunu anladığını belirten bakışlarla arkadaşlarını yoklayınca , bir üçüncü kişiden bahsettiler.Bu üçüncü kişi hakkında yazarın bildikleri şunlardı:Kolları ve bacakları vucüduna oranla daha uzun ,yüzü koyu sarı lekelerle dolu birisiydi.aynı zamanda bu genç çok duygusal , çok ince ve üzüntüye düşkün birisiydi.Fakat kendisinin hiç sevilmediği ve hiç bir zaman sevilmeyeceğine inanıyordu.Bu yüzden kendisini sürekli diğer insanlardan soyutluyordu.Fakat içinde bir türlü tatmin edilemeyen sevmek duygusunun önüne geçememiş ve sonunda patlama yaparak bir kızla evlenmişti.Evlendiği kız önceden zengin ama şimdi fakir olan bir âilenin kızı idi.Kız hala eski alışkanlıklarından vazgeçmemiş şaşa’lı bir hayat yaşamaya  devam ediyordu.Bir müddet sonra gelen haberlere göre kadın kocasını terketmişti  zaten.Beş aya sonra alınan haberlere göre kadı gece hayatına dakmış , barlarda sabahlara kadar eğlenip her gece başka bir erkeğin kollarında barı terk ediyormuş.Adam her gece kadının gittiği bara gidip   şunun bunun kollarında dönen kadını izleyip,içiyormuş. Adam  bitmek tükenmek bilmeyen bir  hırsla her gece bara gidiyordu.Adamın hikayesi buydu.Arkadaşlarının öneri ise adamı bu lanet hayattan kurtarmaktı.Bunun için ikisininde bulunabileceği bara gittiler.Adam barda oturmuş bir köşeye içiyor, kadın ise genç bir adamın kollarında eğleniyordu.Bunlarda gidip adamın masasına oturdular.Fakat adam gözlerini kadından hiç ayırmıyordu.Kadın ile genç adam öpüşmek üzereyken bir şangırtı sesi ile irkildi herkes.Adam buna dayanamamış ,elindeki bardağı avuçunda parcalamıştı.Bunu gören kadın genç adamın kollarından koşarak gelip adamın karşısına oturdu ve rlindeki bir mendille elini sarmaya başladı. Bu arada adama bu gece misafiri olmasını teklif etti.Bunun üzerine yazar ve arkadaşları adamı kadını pençesinde bırakıp çekip , gittiler.
3)ANAFİKİR: Evlenmek ,hem toplumun temelini oluşturan âilenin temelleri atıldığı bir in için hem de bir insanın hayatını paylaşacağı bir eşi seçeceği için çok ciddi bir kurumdur.Bunun için evliliğe gereken önem verilmelidir.Böylelikle hem toplumdaki insanlar daha mutlu olurlar ve buna paralel olarak toplumun  da huzuru artar.
4)YAZARIN KİTABI YAZDIĞI DÖNEM HAKKINDA BİLGİ:
Edebiyat-ı Cedide, II.Abdülhamit (hük. 1878-1909) devrinde, Servet-i Fünun dergisi çevresinde toplanan sanatçıların Batı edebiyatı yolunda meydana getirdikleri bir edebiyat hareketidir.
Bu edebiyat, 1896’dan 1901’e kadar sürmüştür. Recai-zâde Mahmut Ekrem, 1895 sonunda, Malûmat adlı bir dergide yazan Muallim Naci izleyicileriyle kafiyenin göz için mi, kulak için mi olduğu tartışmasına girişmiş ve bu gazeteye karşı cevaplarının bir kısmım Ser­vet-i Fünun dergisinde yayınlamıştır. Servet-i Fünun, Recai-zâde'nin Mekteb-i Mülkiye’den öğrencisi olan Ahmet İhsan Tokgöz tarafından 1891 yılından beri çıkarılmakta idi. Recai-zâde, bunu bir edebiyat dergisi hâline getirmek için Ahmet İhsan‘la anlaşmış ve kendisinin Mekteb-i Sultanî (Galatasaray Lisesi) den öğrencisi olan Tevfik Fikret’i derginin “kısm-ı.edebî ser-muharrirliği” ne getirmiştir. O sırada Mektep ve başka dergilerde yazan ve Recai-zâde tarafını tutan başka gençlerin de 1896’da bu dergi çevresinde toplanmasıyla “Edebiyat-ı Cedide” topluluğu meydana gelmiştir.
Edebiyat-ı Cedide’nin başlıca özellikleri şu noktalar üzerinde toplanabilir:
a. Edebiyat-i Cedide sanatçıları Batı uygarlığına, özellikle Fransa’ya hayranlık göstermişler, Türkiye’nin Avrupalaşma yoluyla yükseleceğine inanmışlar, orada sanat, bilim, ne buldularsa Türkiye’ye aktarmaya çalışmışlar; laik bir zihniyeti benimsemişler ve daima dindışı şiirler yazmışlardır.
b. Devlet ve siyaset konularına dokunmak, vatan, hürriyet, istikIâl, inkılap v.b. gibi, sözcük ve kavramları kullanmak yasak olduğu için, açıkça toplumsal yazılar yazmak olanağı bulunamamış, ancak aşk, merhamet v.b. gibi suya, sabuna dokunmayan temalar üzerinde dolaşılmıştır.
C. Çağdaş Fransız edebiyatı örnek tutulmuş, hikâye ve romanda Realizm ve Naturalizm, şiirde Parnasizm ve Sembolizm akımlarının etkisi altında kalmıştır; Parnasyenlerin etkisiyle, “sanat sanat içindir” görüşü benimsenmiştir.
d. Tanzimat sanatçılarının tersine olarak, halka seslenmek düşünülmemiş, havasa mahsus bir edebiyat meydana getirilmiştir ; kendilerinin de söylediği gibi ; “Servet-i Fünun edebiyatı umuma avâma mahsus değildir”. 
e. Edebiyat-ı Cedide sanatçıları çoklukla şiir. mensur şiir, hikâye, roman, fıkra ve makale türlerinde yazmışlar, tiyatro türünde eser vermemişler, ancak Meşrutiyetten sonra birkaç piyes denemesine girişmişlerdir.
f. Edebiyat-ı Cedide nazmında, şiirin konusu genişletilmiş, en basit günlü olay, gözlem ve duygular dahi şiir malzemesi olarak kullanılmıştır; yalnız aruz veznine değer verilmiş, Tanzimat sanatçılarının tersine olarak, hece yazan hiçbir zaman ciddiye alınmamıştır (hece vezni ile yalnız çocuk şiirleri yazılmıştır) ; kafiyenin göz için değil, kulak için olduğu kabul edilmiştir;
g. Hikâye ve roman türünde teknik kuvvetlenmiş (mesela, süs için yazılan gereksiz tasvirler ve konu dışı bilgi vermeleri vak’anın yürüyüşü durdurulmamış, serde yazarın kişiliği gizlenmiştir) ; Fransız realist ve natüralist yazarlarının eserleri örnek tutulmuş; bunun sonucu olarak, hep hayatta görülen ya da görülmesi olanağı bulunan olay ve kişiler anlatılmıştır; vak’alar çok defa İstanbul’da geçirilmiştir. (Abdülhamit devrinde memlekette gezi özgürlüğü olmadığı için, yazarlar memleketin İstanbul dışındaki yerlerini tanımıyorlardı).
5)YAZARIN HAYATI
a)Yazarın öz geçmişi
              Halid Ziya’nın ailesi, "Uşak’ta helvacılıkla uğraşırken, İzmir’e göçerek "Uşşakizadeler" diye anılmaya başlayan zengin bir ailedir. Bu aile, işleri çok gelişince İstanbul’a da bir şube açtı ve bu şubeyi sermayesiyle birlikte oğul Hacı Halil Efendi’ye verdi. Halid Ziya, Hacı Halil Efendi’nin üçüncü çocuğu olarak 1866’da İstanbul’da doğdu. İstanbul’da ilk mektep, askeri rüşdiye... (1873-1878) Babasının işleri kötü gitmeye başlayınca Halid Ziya annesiyle birlikte İzmir’e dedesinin yanına gönderildi. Öğrenimini İzmir Rüşdiyesi’nde sürdürdü. (1878) Bu arada babasının işlerini düzene koyup İzmir’e gelişi ve yeni bir ticaretevi açışıyla sığıntı olma düşüncesini de zihninden atan Halid Ziya, ikinci bir okula hazırlık için Frenk Mahallesi’nin Alioti bölümündeki Auguste de Jaba adlı avukatın emrine verildi.
               Halid Ziya, babasının katibi olarak işe başladı, bu iş edebiyat merakıyla pek bağdaşmadığından yeni iş tavsiyelerini dikkate aldı, ancak İstanbul’da hariciyeci olmak için yaptığı başvuru sonuçsuz kaldı. İzmir’e dönüşünde Rüşdiye öğretmenliğine başladı ve akabinde Osmanlı Bankası’na girdi. İstanbul’da Reji Genel Müdürlüğü’nün başkatiplik teklifini kabul ederek İzmir’den ayrıldı (1893). Reji’deki çalışma günlerinde Servet-i Fünun’a da katılarak edebi faaliyetlerini yoğunlaştıran Halid Ziya, Meşrutiyet’ten sonra bir süre Darülfünun Edebiyat Fakültesi’nde Batı edebiyatı okuttu sonra Mabeyn Başkatibi oldu (1909). Buradan ayrıldıktan sonra memuriyete dönmeyen ve tüm zamanlarını edebiyata veren Halid Ziya 23 Mayıs 1945 tarihinde İstanbul’da öldü.
        b)Yazarın eserleri
            Romanları:Nemide,Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekası, Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar
Hikayeleri:Bir İzdivacın Tarih-i Muâşakası, Bir Muhtıranın Son Yaprakları, Nâkıl (4 Cilt yerli ve yabancı öyküler), Bu Muydu?, Heyhat, Küçük Fıkralar (3 Cilt), Bir Yazın Tarihi, Solgun Demet, Bir Şi’r-i Hayal, Sepette Bulunmuş, Bir Hikâye-i Sevda, Hepsinden Acı, Onu Beklerken, Aşka Dair, İhtiyar Dost, Kadın Pençesi, İzmir Hikâyesi.
Hatırıları:Kırk Yıl, Bir Acı Hikaye, Saray ve Ötesi.
Deneme:Sanata Dair
c)Yazarın  edebi kişiliği
   Halit Ziya Uşaklıgil hikayeciliğimizin kurucularından sayılabilir.
   Hikayelerinde , romanlarından daha gerçektidir.Esasen Fransız Realistlerinden Maupassant
biçimine uygun hikayeler yazmıştır.Bu biçimin belirgin özelliği ‘konusu belli ve plânlı küçük romanı andıran hikayelerdir’.
   Halit  Ziya Uşaklıgil ,hikayelerinin çoğunda ezilmiş , ıstırap çekmiş , elinden imkanları alınmış insanların hayatlarını anlatmayı hedeflemiştir.Ya  da kaderine  boyun eğen insanların hayatlarını  ele almıştır.Küçük insanlar dediğimiz  bu tiplerin meselelerini başarıyla gözler önüne sermiştir. Onların dertlerinin , yaşama biçimlerini , imkansızlıklarını  gerçekçi bir gözle ele almayı denemiştir.
    Halit Ziya , özellikle küçük hikayede verimli ve başarılı olmuştur.Kuvvetli bir hikaye etme tekniği ile her yönden kevvetli hikayeler yazmıştır.Hikayelerinin bir özelliği ise ; yazarla , şairle, toplumla , tabiatla, insanla ve bütün canlı ile birlikte yürümesidir.Yoksa bu hikayeler , okuyunun gözünün önünden bir olay geçiren , ilgi veren , yormadan seyrettiren , memnun eden cinsten değildir.
    Halit Ziya . millî hikayelerinde gerçekci  çizgiden hemen hemen hiç ayrılmaz. Birkaç çizgiyle renkli tablolar çizmede başarılıdır.

Kırık Hayatlar - Halid Ziya Uşaklıgil Kitap Özeti - İncelemesi

KİTABIN ADI   : KIRIK HAYATLAR    

KİTABIN YAZARI   : HALİD ZİYA UŞAKLIGİL

YAYINEVİ VE ADRESİ   : INKILAP KİTABEVİ—ANKARA CAD. NO:95 -34410  İSTANBUL

BASIM YILI    : 1989

KİTABIN KONUSU   :
 EKONOMİK RAHATLIĞA KAVUŞTUKTAN SONRA EŞİ VE İKİ ÇOCUĞUYLA YENİ BİR ÇEVREYE GİRİP BU ARADA BİR SOSYETE YOSMASINA TUTULAN GENÇ BİR DOKTORUN ÖYKÜSÜ.

KİTABIN ANA FİKRİ   :
YAZAR BU ROMANLA OKUYUCUYA; AİLE BİREYLERİNİN KARŞILIKLI  SAYGI VE SEVGİ İÇİNDE BULUNMALARI GERKTİĞİNİ, BUNUN SONUCU OLARAKTA  TÜRK TOPLUMUNUN İSTENİLEN SEVİYEYE GELECEGİNİ ANA FİKİR  OLARAK YANSITMAKTADIR.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHIŞLARIN  DEĞERLENDİRİLMESİ   :
KİTAPTA BİRBİRİYLE BAĞLANTILI AİLE İLİŞKİLERİNİ , KARI KOCA İLİŞKİLERİNİ ARALARINDA OLUŞAN GERGİNLİK VE KAVGALARIN BİREYLER ÜZERİNDE YARATTIĞI ETKİYİ,  FARKLI AİLELERİN YAŞADIKLARI OLAYLARLA BÜTÜNLEŞTİREN  GERÇEKCİ BİR ROMAN.
ŞAHISLAR:
ÖMER BEHİÇ              :İÇ HASTALIKLAR UZMANI  VEDİDE ‘NİN 
                   KOCASI
VEDİDE                   :ÖMER BEHİÇ”İN KARISI

ANDELİB                   :SELMA İLE LEYLA’NIN DADISI

SELMA VE LEYLA   :VEDİDE’ NİN ÇOCUKLARI

SABRİYE KADIN     :AŞÇI

SABRİYE KADININ KIZI

NEYYİR                   :ÖMER BEHİÇ’LE AŞK YAŞAYAN  GENÇ KIZ

KİTAPLA İLGİLİ KİŞİSEL SONUÇLAR:
 EĞER Kİ DOKTUR OLAN ÖMER BEHİÇ  İYİ PARA KAZANARAK EKONOMİK RAHATLIĞA KAVUŞTUKTAN SONRA AİLESİYLE BERABER GİRDİKLERİ YENİ ÇEVREDE KENDİLERİNİ KORUYUP ESKİ MUTLU HAYATLARINA DEVAM ETSELERDİ AİLESİ DAĞILMAZ, AİLE BAĞLARI KOPMAZDI. YARIN SUBAY OLACAK OLAN BİZLERDE BU ROMANDAN DERS ALARAK GİDECEĞİMİZ YERLERDE KENDİ KİŞİLİĞİMİZİ KORUMALI ÇOK DİKKATLİ OLMALIYIZ.

KİTABIN ÖZETİ

    Ömer Behiç ve  Vedide evli iki çocukları olan ,mutlu bir hayat yaşayan bir aile kurmuşlardır. Ömer Behiç İç Hastalıklar Uzmanı bir doktur,dürüst bir çok zorluklarla karşılaşmış  zor şartlarda yetişmiş ,acı çekmiş fakat tek isteği diğer  insanların acı çekmemesi. Ondaki bu ruh hali onun doktur olmasına vesile olmuştur.
Ömer Behiç daha mutlu bir yuva kurmak  için ilk olarak kendi evlerinin olmasını ister , ve bunu Vedide ile paylaşır fakat nezaman bitireceğini söylemez süpriz yapmak ister. Bu düşünce o denli çekici gelir ki Vedideye sonunda  bekledikleri olacaktı.
Çevrelerinde  birçok , türlü acılar ve elemlerle , türlü gözyaşlarıyla inlemeleriyle kırık hayatlar , çaresiz, hasta; kimi iyilik bulamayacak yaralarla kemirilen , kimi gizli zehirlerle gizli gizli çürüyen hayatlar vardı...Onlar bu kırık hayatların dinç ve canlı mutluluğunu daha belirgin bir duyguyla duyarak, kendilerini düşünen bir haz ile ,bahtiyarlıklarının en tatlı saatlerini pek hoş bir kevser içercesine yudum yudum,süze süze kendilerinden geçmiş bir mahmurluk içinde yaşıyorlardı.
Evi tamamlar,  ailesiyle beraber oraya taşınırlar. Evin kapısına da “Ömer Behiç İç Hastalıklar Uzmanı” diye bir tabela tutturur. Diğer  taraftan  aile hayatının türlü trajik olaylarını ve kirlerini ortaya sererek geçen halk , birbirlerine dost ve bağlı  olmak için  o kadar  sebepler varken , tersine aralarına aldatma ve hainlik uçurumlarını koyan bütün bu karılar- kocalar  Ömer  Behiç’in kafasında  aşırı  bir yaygınlık kazanıyordu. Üzüntü dolu ,gamlı gözler önüne serilen , sayılamaz ,çokluğunun korkunçluğunu hayalin kapsamı bile alamaz;harap yıpranmış evlerden oluşan ,sonsuz bir karanlık ve bozgun
düzlemi biçiminde uzayıp giden siyah bir tablo çiziyordu.
    Ömer Behiç hekimlik kimliğiyle, yalnız hastalarının acılarıyla inleyen , onları acılar çekmekten kurtarmak için insanlık hayatının üstünde bir acıma ve sevecenlik yaşayışı ile yaşayan bir yaratık olurdu. Onu harap eden toplum hayatı idi. Ne zaman sanatının boş zamanları onu toplum hayatının içine sürüklese, özbenliğinde öteki Ömer Behiç ‘in bütün aşk ve sevdasıyla , kimliğin her gözeneğinde  ateşten bir kadın gereksinmesi  yanan yaratığın belirip geliişmesini sezinlerdi.
    Ve bu kimliği ötekini öyle vahşi bir egemenlik kurarak  isteklerine yenik düşürmek , sonunda taşmak isteyen bu çok sağlam sevda emellerine öyle bir kasırga içine atmak isterdi ki , o bu didişmeden hırpalanmış çıkardı. Evliliğine bağlı kalışını kınayarak...
    Ömer Behiç daha sonraları nefsinin hakimiyeti altında  ‘Neyyir’ diye genç bir kızla ilişki kurarak vedideyi aldatmaya başlar. Fakat aklı herzaman ki gibi Vedide’ydi, suçluluk duygusu içinde. Vedide’sini bir elinde Selma’sıyla  öteki elinde Leyla’sıyla , varlığında ululaşmış ve kutsal olan ne varsa onların simgesi demek olan bu kadını –acınıp ağlanılan-öteki kadınlara benzetecek , onuda bir tekmeyle yıkılıvermiş bir dünyanın yıkıntı ve kalıntılarının kenarına devirecekti...
    Aile bağları gün geçtikçe kopma noktasına doğru yol alıyordu.  Ömer  Behiç ruhunda bir genişleme , düşüncesinde bir açılma buluyordu. Birdenbire  gerçek hayatı döndürülüyormuşcasına, kendi kendisini karşısına alarak yanlış yaptığının farkına vardı. Neyyir ile olan ilişkisinin  kapatıp,Vedide’sine geri dönmeğe karar verdi. Vedide kendini yine Leyla’sının odasında Kur’an  okumaya vermişti. Ömer  Behiç’in yalvarmalarına aldırış etmiyordu.karşılık vermiyordu. O zaman Ömer Behiç bir eliyle onun namaz örtüsünü çekip açtı. Dudaklarına ta oraya, alıştığı üzere, mutlu zamanlarında her zaman tapınış öpücüklerini alan yere, kulağıyla ensesinin arasına götürdü. Uzun ve birden geçmişin heyacanını bulan bir öpüşle  karısını oradan öptü...
    Ve öperken , ancak o zaman farkına vardı ki Vedide’nin saçları lüle lüle , takım takım beyaz olmuştu.

KİTABIN YAZARI HAKINDA KISA BİLGİ    :
HALİD ZİYA  UŞAKLIGİL “1866-1945”YILLARI ARASINDA YAŞAYAN SERVET-İ FUNUN ROMANCILARINDANDIR. İSTANBUL’ DA  DOĞDU VE YİNE BU ŞEHİRDE ÖLDÜ. İLK TAHSİLİNDEN SONRA FATİH ASKERİ RÜŞTİYESİNE GİTTİ VE 17 YAŞINDA OKULDAN AYRILDI.1884’TE  “NEVRUZ” GAZETESİNİ , DAHA SONRA “HİZMET” VE “AHENK” GAZETELERİNİ KURDU. İZMİR RÜŞTİYESİ’NDE FRANSIZCA ÖĞRETMENLİĞİ YAPTI. İDADİDE TÜRK  EDEBİYATI DERSİ OKUTTU. REİS MÜDÜRLÜĞÜ BAŞ KATİBİ OLDU. SERVET-İ FUNUN DERGİSİNE GİRDİ VE EN BÜYÜK ROMANLARI B
URADA YAYINLANDI. DARÜLFÜNÜNDA BATI EDEBİYATI DERSLERİ VERDİ. MABEYİN BAŞ KATİBİ , AYAN ÜYESİ OLDU. SESSİZLİĞİ , BATI MÜZİĞİNİ, KİTAP OKUMAYI, ÇİÇEKŞERİ SEVERDİ.
    FRANSIZCA ,İNGİLİZCE ,ALMANCA İTALYANCA,ARAPÇA VE FARSÇA BİLİRDİ. ROMAN, HİKAYE, TİYATRO  MENSUR,ŞİİR, HATIRA , HİTABET EDEBİYET TARİHİ MAKALE TÜRÜNDEN ESERLER VERDİ.ROMANLARINDA SOSYAL VE PSİKOLOJİK KONULARI İŞLER ,KAHRAMANLARI GERÇEK HAYATTAN ALINMIŞTIR.150 DEN ÇOK HİKAYESİ VARDIR. MODERN TÜRK HİKAYE VE ROMANLARININ BABASI SAYILIR. CEVİRİLERİDE VARDIR.

YAPITLAR (başlıca)         :
     Roman: Nemide, 1889; Bir Ölünün Defteri, 1889; Ferdi ve Şürekâsı, 1894; Mai ve Siyah, 1897; Aşk-ı Memnu, 1900; Kırık Hayatlar, 1923. Öykü: Bir Muhtıranın Son Yaprakları, 1888; Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası, 1888; Heyhat, 1894; Solgun Demet, 1901; Sepette Bulunmuş, 1920; Bir Hikâye-i Sevda, 1922; Hepsinden Acı, 1934; Onu Beklerken, 1935; Aşka Dair, 1936; İhtiyar Dost. 1939; Kadın Pençesinde, 1939; İzmir Hikâyeleri, (ö.s.), 1950. Oyun: Kabus, 1918. Anı: Kırk Yıl, 1936; Sara ve Ötesi, 1942; Bir Acı Hikâye, 1942. Şiir: Mensur Şiirler, 1889. Deneme: Sanata Dair, 3 cilt, 1938-1955.

Küçük Ağa – Tarık Buğra Kitap Özeti - İncelemesi

1 KİTABIN KONUSU :
Birinci Dünya Savaşı ile birlikte Osmanlı Devleti eski gücünü,heybetini kaybetmeye başlamış,isyanlar ve işgallerle zayıf duruma düşmüştür. Kitapta , bir Anadolu kasabası olan Akşehir’den yola çıkılarak ,kurtuluş mücadelesinin bir bölümü anlatılmaktadır.Olaylar Akşehir’in bir kasabasında başla ve gelişir.
2 KİTABIN ÖZETİ :
Dünya Savaşı resmen sona ermiş olmakla birlikte , Osmanlı Devleti üzerinde yarattığı etkiler tüm gücüyle devam emektedir.Savaş sonrası bir çok asker memleketlerine geri dönmüştür.Zayiatın büyüklüğü evlerine dönen erlerin çoğunun gazi oluşuyla daha da iyi anlaşılmıştır.Bu erlerden biri de Salih adlı Akşehirli bir askerdir.Memleketine döndüğünde kaybettiği kolunun acısıyla beraber , ülkenin durumunu daha acı bir şekilde anlayan Salih gittiğinden beri çok şeyin değiştiğini görür.Önceleri dost olarak yaşayan Rumlar ve kendi halkı şimdi birbirinden soğumuştur.Salih’in samimi arkadaşı olan Niko da bir Rum dur ve gelişmelerden o da etkilenmiştir.Yavaş yavaş Yunan ve İngiliz ordularının işgal haberleri gelmekte ve iki halkın birbirine olan düşmanlığı artmaktadır.Salih ise yüzyıllardır Osmanlı himayesinde rahatça yaşayan Rumların bu davranışını bir ihanet olarak görmekle beraber arkadaşı Niko’dan kopamamaktadır.Rumlarla olan dostluğu kasabalı tarafından fark edilir ve kasabalı Salih’i dışlar.Salih artık sürekli Niko ve O’nun çevresiyle dolaşır olmuştur.Artık Osmanlı ve Padişaha olan güvenci de sarsılmıştır.Kaybettiği kolunun hayatına tesiri büyük olmuştur.Kimsenin O’na hak ettiği saygıyı göstermediğine
inanan Salih kendini namazdan niyazdan çekmiştir.Öte yandan halk işgallere tepkisiz kalmama kararı almıştır fakat bunun kimin önderliğinde yapılacağı karmaşası vardır.
Salih günler geçtikçe kendi kasabalısının tepkisini kazanmış ve artık istenilmeyen biri olmuştur.Bu sırada kasabaya İstanbullu Hoca adında bir hoca gönderilir.İstanbul’dan gönderiliş amacı kasabada padişaha ve Osmanlı’ya bağlılığı teşvik edici düşünceyi sağlamaktır.Hoca gerçekten de çok etkili bir insandır ve halkın büyük beğenisini ve takdirini kazanır.Vaazlarda cemaate Osmanlı padişah ve din lehinde düşüncelerini aktarmaktadır.Bu sırada memlekette Hoca’nın düşüncesine tam ters olmamakla birlikte , kurtuluş ümidi olabilecek bir örgüt kurulmaktadır.Kuvayı Milliye adı verilen bu örgüt Anadolu’da işgalleri önlemek ve İstanbul ve padişah yönetiminin boyunduruğundan kurtulmak için kurulmuştur.Fakat Kuvayı Milliye’nin işi çok güçtür.Memlekette işgallere karşı veya işgallerden yana bir çok örgüt vardır. Kuvayı Milliye önce bu örgütleri kendi tarafına çekmeli veya bertaraf etmelidir.Hocanın vaazları da Kuvayı Milliye ilkelerine ters düşmektedir.Hoca her fırsatta padişaha bağlılıktan bahsetmektedir , Kuvayı Milliye ise padişahtan kurtulmak ,yeni bir yönetim kurmak amacını gütmektedir.İşte bütün bu ihtilaflar dolayısıyla Kuvayı Milliye yandaşları ve Hoca arasında bir elektriklenme ve zıtlaşma meydana gelir.Hoca ise halka kendini çok sevdirmiştir çünkü her yönüyle iyi ve doğru bir insandır.Fakat Hoca da kendi içinde bir yandan yaptığı işin gerçekten doğru olup olmadığının sorgulamasını , padişaha olan güvencinin doğruluğunun şüphesini yoklamaktadır.Kuvvacılarla Hoca arasındaki çatışma zamanla iyice açık şeklini alır ve vaazlarda karşıt fikirler açıklanır.
Olaylar gelişirken Salih ise unutulmuşluk ve terkedilmişlikten bir kaçış olarak Kuvayı Milliye’ye katılmaya verir.O’nu bu kararı vermeye zorlayan başka bir şey ise yakın arkadaşı Niko’nun da sonunda Osmanlıya karşı savaşta yer almasıdır.Salih bu ihanetin öcünün peşinden koşacak ve kurtuluş mücadelesinde büyük rol oynayacaktır.Kuvva bir türlü hizaya gelmeyen Hoca hakkında ölüm emri çıkartır.Hoca evliliği ve çocuğu ve en önemlisi de halkın zorlamasıyla Akşehir’den kaçar ve çete reislerine sığınır.Kuvva ile arasında yaşanan kovalamacadan sağ kurtulur ve kendi başına yanına adam da alarak bir kasabaya sığınır.Kuvva ise Hocayı kaçırdığı için üzgündür ve Salih’i O’nu bulmakla görevlendirir.Hoca ise şimdi hangi tarafta yer almak gerektiğinin hesabını yapmaktadır.Kuvayı Milliye ise her geçen gün başarı kazanmakta ve güçlenmektedir.Salih Hoca’yı bulur ve O’nu padişah hizmetinden vazgeçerek Kuvva yararına çalışmaya ikna eder.Beraberce Çerkez Ethem’in kardeşi Tevfik Bey’in çetesine katılırlar .Çerkez Ethem ve kardeşleri milli mücadelede en büyük rollerden birini üstlenmiş ve gerek düşman işgallerine gerekse ayaklanmalara karşı başarılar sağlamışlardır.Fakat şimdi düzenli ordu ve İsmet Paşa’nın emri altına girmek söz konusu olunca Çerkez Ethem ve kardeşleri zıt bir tavır takınarak Kuvva’ya ve Ankara’ya karşı isyan bayrağı açmıştır.Hoca ise bu yolun yanlış olduğuna inanır ve onları bu yoldan döndürmek için planlar kurar.Hoca’nın amacı Çerkez Ethem ve kardeşlerini Kuvva’ya karşı cephe almaktan vazgeçirmek olmasa bile olası bir isyan halinde güçlerini zayıflatmaktır.Bu sırada Hoca Salih’ i haber edinmek için Akşehir’e yollar.Akşehir’de ise Hoca öldü bilinmektedir.Oysa Hoca hayattadır ve yeni kimliği “Küçük Ağa” ile kuvva yararına çalışmaktadır.Hoca’nın Kuvva yararına çalıştığı haberi Salih tarafından Akşehir’de sadece Kuvvacı olan birkaç kişiye duyrulur ve memnuniyet yaratır.Başta Kuvayı Milliye hareketine büyük hizmet vermiş Doktor olmak üzere Kuvvacılar Hoca’nın kendi saflarına katılışından büyük haz duyarlar.
Hoca Ethem’in İsmet Paşa hizmetine girmemek için yapacağı en büyük saldırı olan Kütahya saldırısında O’na bir oyun oynayarak başarısızlığını sağlar ve Kuvayı Milliye’ye en büyük hizmetini vermiş olur.Ethem ise Yunanlılara sığınacaktır.Hoca ise bütün bu ihtiras ve gücü elinde bulundurma tutkusuna kapılan insanlardan nefret etmektedir.Artık savaş alanından başka bir cephede de mücadele verilmektedir , şimdi iktidar çekişmeleri büyük tehdit oluşturmaktadır.Hoca bunu acıyla farkeder.Ankara ise Hoca’nın başarılarından haberdardır ve kendisini Ankara’ya davet eder.Daveti kabul eden Hoca Ankara’nın durumunu yakından görür ve cephede savaşmanın , bu iktidar kavgasında yanlış düşünenlere ve hainlere verilecek savaştan daha kolay olduğunu düşünür.Fevzi Paşa Hoca’ya yakınlık gösterir.Hoca bütün bu kişiliklerin önemini daha iyi anlamaktadır.Memleket zafere doğru gitmektedir ve bu noktada Ankara ve Melis’e büyük iş düşmektedir.Bu sırada Küçük Ağa yani İstanbullu Hoca Ankara’da kendisini Akşehir’den tanıyan ve bir zamanlar zıt fikirleri yüzünden tartıştığı Kuvvacı Doktor ile buluşur.Doktor böyle saygıdeğer birinin kendi saflarına katılışından duyduğu mutluluğu Hoca’ya söyler ve asıl kimliğini bilenin sadece kendisi olduğunu , kendisi dışındakilerin O’nu Küçük Ağa diye tanıdıklarını anlatır.Hoca ise artık özlediği eşi ve çocuğunun özlemiyle yanmaktadır.
Küçük Ağa Fevzi Paşa ile birlikte Akşehir’e gelir ve burada da tanınmadığını ve Küçük Ağa olarak bilindiğini görür.Eşi ve Çocuğu hakkında bilgi alır ve çocuğunu bulur fakat eşinin durumu kötüdür.Eşine geldiğini haber eder fakat kadın ölmek üzeredir ve oğlunu Hoca’ya emanet ettiğini söylemekle kalır ve günler sonra da ölür. Hoca daha sonra Ankara’ya döner ve mücadeleye devam eder.
http://www.kitapozetlerioku.com
3 KİTABIN ANA FİKRİ:
Vatan ve millet sevgisi , bağımsızlık duygusu. Kurtuluş savaşının küçük bir kasaba’ dan görünüşü.

4 KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Küçük Ağa(İstanbullu Hoca):Kurtuluş mücadelesine büyük hizmetler vermiş binlerce kişiden biri.
Salih:Birinci Dünya Savaşında sağ kolunu kaybetmiş ve hayatının anlamını Kurtuluş Mücadelesi ile tekrar kazanan biri.
Çerkez Ethem:Başlarda vatan ve millet için yeri tutulmaz hizmetler vermiş , cephede büyük başarılar göstermiş, fakat düzenli orduya geçme kararı alındığında tamamen zıt fikirleri benimsemiş ve zararlı olmuş bir çete reisi.
Doktor Haydar Bey:Dünya Savaşında Yüzbaşı rütbesiyle görev yapmış ve milli mücadele yıllarında Kuvayı Milliye’ye büyük hizmetler vermiş bir asker.
Ali Emmi:Kurtuluşu Kuvayı Milliye’de gören ve çok büyük fedakarlıklarda bulunan yaşlı bir vatandaş.
5 YAZARIN HAYATI
2 Eylül 1918 tarihinde Akşehir’de doğdu. İlk ve ortaokulu Akşehir’de okudu. İstanbul Lisesi’nin yatılı kısmında okurken bu lisenin yatılı kısmının kapatılması üzerine kaydını Konya Lisesi’ne aldırdı ve liseyi burada bitirdi. (1936). Lise yıllarında Tarık Nazım müstear ismiyle hikaye ve şiirler yazmaya başlayan Tarık Buğra, İstanbul Üniversitesi Tıp ve Hukuk fakültelerinde bir süre okuduktan sonra kaydolduğu Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümünün son sınıfında ayrıldı. Askerlik hizmetinden sonra Şişli Terakki Lisesi’nde muallim muavini olarak işe başladı.
Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada Oğlum(uz) adlı öyküsüyle bin liralık büyük ödüle layık görüldüğü ilan edildi. (1948). Ancak, Tarık Buğra’ya bu para yerine altın bir kalem ödül olarak verildi. Aynı yarışmada Doğan Nadi’nin bölük komutanı birinci ilan edildi ve bu zatın hikayeci olarak adına ikinci bir kez daha rastlanılamadı. Yine de bu ödül neticesinde aldığı yoğun iş teklifleriyle basın hayatına atılma konusunda cesareti artan Tarık Buğra, Akşehir’e dönerek Nasrettin Hoca Gazetesi’ni çıkardı (26 Temmuz 1949-28 Haziran 1952). Milliyet gazetesi, Vatan, Yeni İstanbul gazetesi (1952- 1956), Yol Dergisi (1968) ve Tercüman gazetesinde (1970-1976) sanat sayfaları düzenledi, fıkralar yazdı, yazı işleri müdürlüğü yaptı. Hisar dergisi ve Türkiye gazetesinde de yazan Tarık Buğra, 26 Şubat 1994 tarihinde İstanbul’da öldü.
BAŞLICA YAPITLARI :
Bu Çağın Adı, Dönemeçte, Osmancık, Gençliğim Eyvah, Küçük Ağa, İbiş’in Dünyası, Firavun İmanı, Yarın Diye Bir şey Yoktur, Siyah Kehribar, Politika Dışı, Yağmur Beklerken, Yalnızlar

Hepsinden Acı – Halit Ziya UŞAKLIGİL Kitap İncelemesi - Özeti

KİTABIN ADI : HEPSİNDEN ACI
KİTABIN YAZARI :
HALİT ZİYA UŞAKLIGİL
YAYIN EVİ : İNKILAP KİTABEVİ
BASIM YILI : 1984
Kitabın Konusu
‘Hepsinden Acı’ içinde kısa hikayelerin oldugu bir kitaptır. Genelde bu hikayelerin konusu insanların başından geçen acılı , dramatik olaylardır.
Kitabın Özeti
Hepsinden Acı : Galip Ferruh heyecan dolu, zeki, genç bir adamdır. Kötü bir hayat kadınına aşık olur ve onunla yaşamaya başlar. Hayat hiç de Ferruh’un umduğu gibi gitmez. Hikaye ferruh’un kadını öldürmesiyle sonuçlanır.

Dilhoş Dadı : Yazar küçük bir çocuk iken Dilhoş adında zenci bir dadısı vardır. Dilhoş dadı onu her türlü olumsuzluklara karşı ve anne babasını cezalarına karşı korur. Dilhoş dadı ile yazar arasında mükemmel bir sevgi bağı vardır.F akat bir gün dadı hastalanır ve evden uzaklaşmak zorunda kalır. Bu olay onu üzüntüye sokacaktır.
Mayıs Pazarı : Katina İstanbul’da yaşayan zengin bir Rum kadınıdır kocasının ölümü onun hayatında fazla bir değişime sebep olmayacaktır. Hayatını mutlu bir şekilde sürdürmeye devam edecektir.
Acı Sadaka : Zehra çok güzel ve genç bir kızdır. Babası ölmüş, annesi ve dayısıyla beraber yaşamaktadır. Bekir adında genç bir delikenkıya aşıktır ve evlenecektir. Bekir askere gider. Bu arada Zehra çiçek hastalığına yakalanır ve kör olur. Annesinin ölümü kaderin Zehraya vurduğu başka bir darbedir. Dayısı Zehrayı bir dilenci olarak çalıştırmaya zorlar. Bekir askerden döndüğünde eski Zehrayı bulamayacaktır.
Üç Mektup : Baskılı yönetimin gizli polis baskıları bir gencin ruhu üzerinde iç yıkımları doğurur. Olaylar onu deliliğe hatta ölüme kadar götürür.
Tatlı Rüya : Adnana bir şairdir ve son yazdığı kitaptan gelir beklemektedir. Bu sayede arkadaşlarına verdiği sözü yerine getirecek ve karısına çok almak istediği hediyeyi alabilecektir. Fakat satışlar umduğu gibi gitmemiştir ve çok az kitap satmıştır. Artık sadece mutluluğun parayla olabileceğine inanmaya başlamıştır.
Kitabın Ana Fikri
Hayatta yapılan bazı hatalar kişinin sonunu hazırlayabilir.
Kitaptaki Olay ve Şahısların Değerlendirilmesi
Galip Ferruh : Yaşam dolu, genç, zengin bir delikanlıdır. Fakat yanlış bir kadına aşık olması onun sonu olmuştur.
Dilhoş Dadı : Sahibine bağlı fakat gizemli birisidir. Büyü yaptıgı düşünülür. Fakat hastalıga yakalanıp evden ayrılmak zorunda kalması onun değişik duygular içine sokacaktır.
Katina : Şişman, sevimli bir kadındır. Kocasının ölümünden sonra değişik duygular içerisine girmiş fakat hayattan kopmamıştır.
Zehra : Genç, güzel bir kızdır. Fakat kaderin sürüklediği yolda kaybolup gitmiştir.
Bekir : Genç, gözü yükseklerde olmayan bir delikanlıdır. Zehra’ yı o kör haliyle bile kabul etmeye hazırdır.
Adnan : Şairdir ve gelecekten umutlu biridir.
Kitap Hakkında Şahsi Görüşler
Kitap akıcı bir uslupla yazılmıştır. İçindeki olaylar insanı hayatın ta içine ve gerçeklerine sürüklemekte ve ders vermektedir. Yazar kahramanlarının psikolojik hallerini çok iyi tahlil etmiştir.
Yazar Hakkında Bilgi
1867’ de İstanbul’ da doğdu. Mahalle mektebinden sonra Fatih Rüştiyesine gitti. Tüccar olan babasının işlerinin bozulması üzerine, 1879’ da İzmir’e yerleştiler. Halit Ziya orada bir süre rüştiyeye, sonra da Fransızca öğrenmesi için rahipler okuluna gönderildi. Fransızcadan ilk çevirilerini bu yıllarda yaptı. 1884’de Nevruz dergisini, 1886’da da Hizmet gazetesini çıkarttı. İlk romanlarını burada yayımladı. Okulu bitirdikten sonra bir yandan İzmir Rüştiyesinde fransızca öğretmenliği yaparken, bir yandan da Osmanlı Bankası’nda memurluk yaptı. 1893’de Reji İdaresinde baş katiplik göreviyle İstanbul’a geldi. Hüseyin Siret, Mehmet Rauf, Rıza Tevfik, Hüseyin Cavit, Ahmet Rasim gibi yazarlarla dostluk kurdu ve 1896’da Edebiyat-I Cedide topluluğuna katılarak Servet-I Funun dergisinde kendine geniş ün saglayan romanlarını yayımladı. 1901-1908 arasında yazarlıgı bıraktıysa da ikinci meşrutiyet döneminde yeniden başladı. Son yıllarını Yeşilköy’deki evinde anıların yazarak geçirdi. Batılı manadaki Türk Romanını öncüsü sayılmıştır 22.Mart.1945’de İstanbulda öldü.


Zirve100 Toplist